22 Mayıs 2012 Salı

YOL HİKAYELERİ (İZMİR - BODRUM - ANTALYA bölüm 2)


‎~~ İZMİR - BODRUM - ANTALYA TURU ~~
MACERANIN 2. GÜNÜ:
Sabah erken saatte uyandıktan sonra güzel bir kahvaltının iyi olacağını düşündüğümüz için otelden çıkar çıkmaz hemen bir börekçi bulduk. Gayet hoş bir kahvaltı yaptıktan sonra börekçideki bayan ile küçük bir sohbet yaptık. Ve sonra yeniden yola koyulduk. Aydın’da bizi o şekilde gören küçük çocuklar falan “Hello” larla selamladılar bizi. Biz de bozuntuya vermeyip “Hello” dedik onlara. Sonra pedal basmaya devam ettik tabiî ki. Yolumuz Çine’den geçecekti. Çine yollarını az çok bir önceki geceden aldığımız bilgilere göre tahmin ediyorduk. Ve o dik rampaları bekliyorduk dört gözle. Çine’ye gelmeden önce 2 saat kadar pedal bastıktan sonra bir şehir merkezine gelmiştik. Tam olarak neresiydi bilemeyeceğim şimdi ama güzel mi güzel çay yapan bir kahvehaneye oturduk. 2 tane çay söyledik. Kahvehanedekiler bizi ilgiyle seyrediyorlardı. Biz de oradan en sıcak kanlı görünen kişiyi bulup onunla biraz sohbet ettik. Kendisi de eskiden bisiklet sürüyormuş. Artık süremediğini, yaşlandığını ama hiç sigara içmediğini dile getirdi. Çok mutlu oldum. Biraz daha konuştuktan sonra çaylarımızı bitirip yola koyulmak üzereyken yol üzerinde bir kaynak suyunun olduğunu, su ihtiyacımızı oradan giderebileceğimizi söyledi. Köy halkının geneli oradan alıyormuş suyunu. Lezzetliymiş. Gidip orayı bulduk ve oradan sularımızı doldurduktan sonra Çine’den yukarıya doğru tırmanışa geçtik. Beklediğimiz dik rampalar başlamıştı. Oraya kadar yol gayet güzeldi. Oradan sonra nedense daha güzel olmaya başladı :) Rampaları güneş batımından önce çıkmak zorundaydık. Çünkü bulunduğumuz yerler çok ıssızdı ve işin kötüsü çadır kurabileceğimiz yer de yoktu. Her yer kayalıktı. Akşamüstü olmuştu. Biz hala yoldaydık. Saat 16:30 gibi biraz oturup dinlendik. Yiyeceğimiz yoktu. Enerjimiz kalmamıştı. Suyumuz vardı. Ama onu da idareli kullanmak zorundaydık. Çünkü bir sonraki yerleşim merkezi hayli uzaktı. Biraz daha tırmanış yaptıktan sonra az ileride bir yer gördük. Yemek yiyebileceğimiz lokanta tarzında bir yer. Hem de küçük bir market aynı zamanda. Canımız da kavurma istemişti. Şansımıza orada da varmış. Biz bir yandan sipariş verip oturmuş sohbet ederken bir diğer yandan da etrafımızda nelerin olduğunu öğrenmek için lokantanın sahibiyle sohbete koyulmuştuk. Tam karşımızda yeni yapılan bir baraj varmış. Orayı görmeyi planlıyorduk yemekten sonra ama havanın aniden kararması bizi bir hayli telaşlandırmıştı. Yemeğimiz geldi. Afiyetle yedik. Ve ben hiç hatırlamıyorum ki onun kadar lezzetli bir kavurma yemiş olayım. Gerçekten saçta kavurmayı bu kadar lezzetli yapan var mıdır bilmiyorum. Yemeğimizin üzerine bir de su içtikten sonra yeniden yola koyulduk. Hava iyice kararmadan çadır kurabileceğimiz bir yer bulmamız gerekiyordu. Aydınlatmalarımızı olabildiğince kısıtlı kullanıyorduk. Yol üzerinde birbirine benzeyen o kadar çok yer vardı ki, sanki aynı yerlerden geçiyorduk sürekli. Halbuki cep telefonumun GPS’i bizim ilerlediğimizi gösteriyordu. O gün için hedefimiz Yatağan’dı. Fakat öyle bir yere geldik ki rampalar daha da dikleşti ve pedal basmak iyiden iyiye zorlaştı. Derken yol yavaş yavaş yeniden düzleşti ve tam tersine yokuş inmeye başladık. Allah dualarımızı duymuştu sanki. Biz bir dağın zirvesine çıkmışız farkında olmadan. Yaklaşık 4 belki de 6 kilometrelik bir iniş varmış önümüzde. Ve bir de tünel. Aydınlatmalarımız kapalıydı. Yanlış hatırlamıyorsam tünele girmeden önceki son hızımı gördüğümde 69 yazıyordu göstergemde. Bir anda karanlığa girince gözlerim adeta kör olmuştu. Işıklarımı yaktım ama sönük kalıyordu. Tünelden geçişimiz hemen hemen 40 saniye kadar sürmüştü. Beni pek değilse de Barış’ı epey korkutmuştu bu tünelin aniden önümüze çıkması, ve bir anda karanlıkta kalışımız. Her şey olabilirdi. Sonra yeniden tırmanışa geçmeden biraz su içtik. Soğuk kanlı bir şekilde yeniden pedal basmaya devam ettik. Karanlık hayli bastırmıştı. 15 kilometre daha ilerledikten sonra bir benzinlik bulup yiyecek bir şeyler aldık. Şekerli bir şeyler alıp içtik. İhtiyacımız olabilecek diğer şeyleri de temin ettikten sonra da boş bir tarla bulup kenarına çadırımızı kurduk. O gece hayli macera doluydu. Etrafımızdaki dağlardan tüfek sesleri geliyordu. Biz ise 3 kişilik çadırın içinde kendi kendimize müzik dinliyor, arkadaşlarımızı arıyor bir yandan da onları kıskandırıyorduk :) . Çünkü bu bir çılgınlıktı. Ve kolay kolay kimse cesaret edemezdi. Biz cesaret ettik ve bu kadar yol geldik. Gayet güzel geçen yolculuğun ikinci gecesini çadırda geçirmek bir anlamda maceranın tadını çıkarmanın ta kendisiydi. Bir şeyler atıştırdık. Sonra da sabaha kadar çadırın içinde bir o yana dön, bir bu yana dön derken uyuyup kalmıştık.

Devamı yarın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYFALARIMIZ